8 Haziran 2007 Cuma

Özgürlüğün kadıncası

Fyodor Mihailoviç Dostoyevski nin, 1918 de, 72 yaşında vefat eden hanımı Anna Grigoryevna Snitkina, anılarında –bir vesileyle– şöyle der:

–“1860 kuşağından olduğum anımsanırsa, o dönemin bütün kadınları gibi bağımsızlığımı her şeyin üzerinde tuttuğum anlaşılır.”

Bağımsızlığını her şeyin üzerinde tutan 1860 kuşağının bütün kadınları gibi...

Aynı yaşlardaki herhangibir Doğulu kadın, acaba kendisiyle ilgili böylesi bir betimleme yapabilir miydi?

Hiç sanmıyorum. Üstelik bağımsızlık sözcüğüyle bu genç Rus kadınının maksadını –sözcüğün Rusçasını bilmemekle birlikte– kolayca tahmin edebileceğimize de inanıyorum. Dileyenler, özgürlük sözcüğünü de kullanabilirler: “kadının özgürlüğü”.

Biz ise fazla açılmayalım ve şimdilik çeviriye bağlı kalalım: erkekler karşısındaki bağımsızlık veya erkeklerin dünyasından bağımsızlık... Türkçe deki hâliyle: bir tür “kadın(lık) gururu”...

XIX. yüzyıl, artık kadının kadınla rekabetinin sona erdiği, ermeye başladığı ve kadının rakip olarak kendisine erkeği seçtiği bir yüzyıldır. Bizim coğrafyamızda, hiç değilse o yıllarda, tam karşılığını kolay kolay bulamayacağımız bir duygudur bu. Kadının erkeği rakip olarak görmesi, erkekle/erkeğiyle yarışmaya başlaması, ezildiğini, horlandığını, aşağılandığını düşünmesi ve pek tabii ki böylesi bir savaşa, her şeyden önce kendisini, yani bir kadın olarak kendisini var edebilmek için ihtiyaç hissetmesi...

Bu duyguların oluşumu, Batı kadınında, modernleşmeyle birlikte başladı ve gelişti. Yerkürenin doğusunda yaşayan kadınların, biraz geç olmakla birlikte, aynı duyguları hissetmelerinden daha tabii bir şey olamazdı; zira modernleşme sürecinin, farklı kültür ve gelenekleri kuşatması çok sürmedi. Nitekim şimdi kadın dan söz etmeye başladığımızda, Paris te, St. Petersburg da, New York ta, İstanbul da, Tokyo, Lizbon veya Tahran da yaşayan kadını neredeyse tamıtamına aynı sorunlarla başa çıkmaya çalışırken görüyoruz; yani bağımsızlık kazanmaya, özgürleşmeye, “kadınlık gururu”na sahip çıkmaya çalışırken...

Kadın, kendi özünü terkettikçe, sadece anne olmaktan mı vazgeçmiş oluyor? Hayır! Meselâ kadına yakıştığını bildiğimiz çok köklü duygusallık formları da, salt bir erkek beklentisi, yani bir aldatmaca sayılıyor. “Akıllı kadın”... güçlü bir imaj. “Duygusal kadın” ise tam aksi. Sulu göz, hassas, melankolik, aldatılmaya müsait kadın... Bütün bunlar erkeklerle rekabette elverişsiz özellikler olarak algılanıyor ve eğitimin ilk yıllarından itibaren kadın bu yönlerini bastırmayı öğreniyor.

Kadın anne olamadığı sürece aile den söz edemeyiz. Siz hiç “kariyer kadını” olup da ailesini, hayatının öncelikleri arasında ilk sıraya koyan birisine rastladınız mı? Kadın-erkek ilişkisi, toplumsal rekabet adına, süreklilik vasfını yitiriyor. “Kaçamak yapmak” ile “aşk yapmak” arasında ne fark var? Modern erkekler ve kadınlar aşk yapıyorlar ama âşık olmuyorlar. Tıkınıyorlar ama yemek yemiyorlar. İlişkiye geçiyorlar ama iletişime geçemiyorlar. Karşılıklı olarak konuyorlar ama bir türlü konuşamıyorlar; sadece konşu olmakla yetiniyorlar. Yitimin en temel karakteristiği, işbu insanî özün yitimidir; insanın kendi özüne yabancılaşmasıdır. Modern kadının annesinden, anneannesinden utanmasının ardında da aynı neden yatıyor. Çünkü annelik gibi, ev kadınlığını da bir kâbus gibi görüyor.

Bir düşünelim bakalım, modern kadın, niçin annesinden çok, babasına benzemek, onun yerini almak istiyor?

Anne zayıflığı, baba gücü temsil ettiği için. Gücün erkeksi karakteri, kadının sosyal beklentilerine uygun düştüğü için. Kadının zayıf sanılan özelliklerinin, yani kadınsı duyarlılıkların gerçekte ne kadar büyük bir gücü içinde barındırdığı hiç ama hiç anlaşılamadığı için...

Sentezi olmayan bir ilişki bu, yani salt bir tez-antitez çatışması. Çocuk unsurunu dışlayan bir ilişki. Garip bir ilişki. Bir yönüyle baba-kız ilişkisi. Çünkü bir iktidar ilişkisi. Bu ilişkide sahip olan unsur var ama ait olan unsur yok. Sahip olmaya çalışan taraflar arasında negatif ilişki olur ve fakat iletişim olmaz. Sahip olan, olmak isteyen var; ait olan, olmak isteyen yok.

Kısacası, modern dönemde kadının özüyle birlikte aidiyet duygusunun yitimine de tanık olmuş bulunuyoruz.

Özgürlük dedikleri, sanırım böyle bir şey.

DÜCANE CÜNDİOĞLU

Mavi forum

0 yorum: