Gebe kadına koca dayağı.!
Tüyler ürperten bir araştırma... Hamile kadınlar da aile içi şiddet mağduru !
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ümran Sevil, Celal Bayar Üniversitesi Manisa Sağlık Yüksekokulu Öğretim Görevlisi Emre Yanıkkerem ile ebeler Gülşah Karadaş ve Betül Adıgüzel’in, "Gebelerde Aile İçi Şiddet" araştırması, şiddetin boyutlarını bir kez daha gözler önüne serdi.
Manisa’da 217 gebeyle yapılan araştırmada, kadınların yüzde 8.8’i "eşlerinin kendilerini dövdüğünü" belirtti. Yine 2 gebeden 1’i "eşleri tarafından itilip kakıldığını", yüzde 10.6’sı "eşi tarafından tokatlandığını", yüzde 6.5’i de "tekmelendiğini" kaydetti.
Hamile kadınların yüzde 9.2’si "eşinin saçından tutup başını sarstığını", yüzde 30’u "hakarete maruz kaldığını" söyledi. Araştırmaya katılan 2 kadın da "şiddet yüzünden tedavi gördüğünü" ifade etti.
Araştırma, gelir düzeyi düşük, resmi nikahı olmayan, eşi ile istemeyerek evlenen, geniş aile yapısına sahip, erken yaşta evlenen gebelerin, diğerlerine oranla daha fazla şiddete maruz kaldığını gösterdi.
Bu gebelerin, hamilelikleri boyunca sigara kullandığı, kendilerini mutsuz hissettiği ve bu dönemde mide rahatsızlıkları, kanama, tansiyon gibi problemler yaşadığı tespit edildi.
Aynı araştırmada ayrıca, işsiz ve serbest meslek sahibi, eğitim düzeyi ilkokul ve altı olan erkeklerin eşlerine daha fazla şiddet uyguladığı belirlendi.
YORUM
Gebelik boyunca ve öncesi yaşanan şiddetin, kadın ve çocuk sağlığına ciddi etkileri bulunduğuna işaret edilen araştırmanın değerlendirme bölümünde, istismar edilen kadınlarda düşük, düşük doğum ağırlıklı bebek, erken ve ölü doğumun daha fazla görüldüğü vurgulandı.
Şiddetin neden olduğu aşırı stres ve anksiyetenin de erken doğum ve fetusta büyüme geriliğine yol açtığına işaret edilen değerlendirmede, sağlık çalışanlarının bu tür gebeleri dikkatle izlemesi ve psikolojik destek sağlamasının önemli olduğu vurgulandı.
15 Şubat 2006 ( Alıntı )
akıllı kadınlar
Bir çift hiç konuşmadan arabayla yolda gitmekteydi.
Daha önceki bir tartışma münakaşaya dönüşmüştü ve hiçbiri teslim olmak istemiyordu.
Keçi, katır ve domuzlarla dolu bir çiftliğin yanında geçerken koca alaycı bir biçimde sorar: "Akrabaların mı?"
Karısı "Evet" diye cevap verir ve ekler, "Senin taraftan akrabalarım"
Kelimeler
Kocası karısına kadınların bir günde kaç kelime kullandığına dair bir makale okuyordu...
Erkeklerin 15,000 kelimesine karşılık 30,000 kelime
Karısı yanıtladı: "Sebebi erkeklere herşeyi tekrar etmek zorunda olmamızdır."
Kocası karısına döndü ve sordu : "Efendim?"
Yaradılış
Bir gün bir adam karısına sordu: "Aynı zamanda nasıl hem bu kadar salak hem de bu kadar güzel olabildiğini anlamıyorum."
Karısı yanıtladı: "Açıklamama izin ver. Allah beni sen çekici bul diye çok güzel yarattı; Allah beni ben seni çekici bulayım diye çok salak yarattı!"
Konuşmama Cezası
Bir karı koca evde problemler yaşamaktaydı ve birbirlerine konuşmama cezası uygulamaktaydı. Aniden adam ertesi gün karısının kendisini sabah 5:00da iş için bir uçuşu olduğundan uyandırması gerektiğini hatırladı.Sessizliği ilk bozan (ve KAYBEDEN)
kendisi olmamak için, bir kağıdın üzerine "Lütfen beni sabah 5:00da uyandır."
yazdı ve notu karısının bulabileceği bir yere bıraktı.
Ertesi sabah, adam uyandı ancak saatin 9:00 olduğunu ve uçuşu kaçırdığını farketti. Çok kızdı, tam karısının onu neden uyandırmadığını soracakken yatağın yanında bir parça kağıt
buldu. Kağıtta "Saat 5:00. Uyan" yazmaktaydı.
Erkekler bu tip yarışmalar için yeterli donanıma sahip değiller. Allah erkeği kadından önce yaratmış olabilir, ancak şaheserden önce her zaman bir kaba taslak vardır...............güzel çekişmeler bunlar darılmayın hemen..............
Pratik Giysi Bilgileri
Kazaklarınızın Tüylenmesini Önleyin
Yeni aldığınız kazakların tüylenmemesi için bir naylon torbaya koyarak 24 saat buzdolabının buzluğunda bekletin. Tüylenmesi önlenir.
Kadife Giysiler
Kirlenmiş koyu renk kadife elbise ve pantolonlarınızı tuzla temizleyebilirsiniz. Temiz bir fırçayı temiz ve kuru bir tuza batırarak giysinize kuvvetle sürün. Lekeler gidecek, kullanılmaktan doğan parlaklık kaybolacaktır. Ayrıca eskiyip de parlayan pantolonlarınızdaki bu parlaklığı gidermek için ütü bezini sirkeli suyla ıslatın, sonra çok sıcak su ile ütüleyin. Parlaklığın tamamen kaybolduğunu göreceksiniz.
Parlayan Kumaşlar
Etek ve pantolonlarınızda parlaklıklar oluşuyorsa, bu kısımları yeni kesilmiş bir patatesle iyice ovalayın. Kuruduktan sonra fırçalayabilirsiniz. Parlaklıktan eser kalmaz.
Ütü Yaparken
Ütü yaparken, ütüleyeceğiniz gömlek, etek gibi giysilerin altına çarşaf, perde, havlu gibi ğeniş satıhlı eşyalar koyarsanız ikisi birden aynı anda ütülenecektir.
Sararan Giysiler
Sararmaya başlayan beyaz giysilerinizi bir kaşık oksijenli su kattığınız 1 litre ılık suda 1 saat bekletin.
Triko Yıkamanın Sırları
İster yün, ister merserize, ister sentetik iplikle yapılmış olsun, her örgüde ortak bazı kurallar vardır:
-Her zaman için, sadece ılık su kullanın, durulamada bile. Durulamada sık sık değiştirerek bol su kullanın.
-Giysileri sabunlu suya iyice daldırın ve çitilemeden nazik bir şekilde yıkayın.
-Örgü giysileri asla sıkmayın. Aksi takdirde giysileriniz elastikiyetini kaybeder ve deforme olurlar.
-Islak örgü giysilerinizi sıkmayın, kuru bir havlunun üzerine yayın. Üzerine de ikinci bir havlu koyun ve havlunun üstüne basarak fazla suyu alın. Sonra giysinizi, ısı kaynaklarından uzak bir yere koyun.
Örgüleri Ütülerken
En iyi ütüleme metodu, giysini altına nemli bir bez yaymak ve üzerine hafif, kuru bir bez koymaktır. Kuru bezin üzerinden fazla bastırmadan ütüyü geçirin. Sıcak ütüyü asla yünün üzerine direkt olarak koymayın. Örgüyü hep tersten ütüleyin.
Tüylenen Kazaklar
Eğer kazaklarınız eski bir görünüme bürünüp, üzerinde yer yer iplik kümecikleri oluştuysa üzülmeyin. İşte size yepyeni ve yumuşak bir kazak elde etmenin yolu: Önce elinizle iplik kümeciklerini ayıklayın. Sonra kıl bir fırça ile örme yönünün tersinde kazağınızı fırçalayın. Kazak ipliklendikcçe bu işlemi tekrarlayın. Kazağınızın yepyeni olduğunu göreceksiniz.
Atatürk ve Türk kadını nın hakları
ATATÜRK VE TÜRK KADINI'NIN HAKLARI
Kadın hakları ve kadınların erkeklerle eşitliği konusunda geçen asırdan itibaren batı ülkelerinde ve toplumlarında yoğun mücadelelerin verildiği ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere'nin bu mücadelelerin en şiddetlilerini yaşadığı bilinmektedir.
Ülkemizde, gerek Osmanlı İmparatorluğu ve gerek Cumhuriyet döneminde kadınlarımızın kendi hakları konusunda, batı ülkelerdekine benzer şekilde mücadele ettiklerini söylemek mümkün değildir. Ama biz kadınlara birçok batı ülkesinden daha evvel bu hak Atatürk tarafından verilmiş ve hatta adeta sunulmuştur.
Cumhuriyet Dönemi ve Kadın Hakları
Teokratik bir devlet yapısının ve kadın haklarının kısıtlı olduğu bir toplum düzeninin olduğu Osmanlı İmparatorluğu'ndan, kadın-erkek eşitliğinin kabul edildiği modern Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiş, bir sürü devrimler ile mümkün olabilmiştir. Bu devrimler içinde, kadınların erkekler ile eşit toplumsal varlıklar olarak toplum içinde yerlerini almaları bir uygarlık aşamasıdır ve Atatürk Devrimleri'nin en önde gelenlerinden birisidir. 1926 yılında Büyük Millet Meclisi tarafından kabulle yürürlüğe giren ve Türk kadınlarını "şeriat" zincirinden kurtaran Medeni Kanunu ile, Türk kadınına bin yıl evvel kaybettiği hakların iade edilmesinin temeli oluşmuştur. Artık kadın güçlenmeye, kişilikliğini bulmaya başlamış ve erkeğinin yanında sosyal faaliyetlere katılmaya hazırdır.
Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Haklarının Verilmesi
Medeni Kanun ile erkeklerle eşit haklara sahip olan Türk kadınına, 3. TBMM tarafından 3 Nisan 1930'da kabul edilen bir yasa ile Belediye seçimlerine katılma hakkı tanınmıştır. 1931 yılında da Türk kadını ilk kez tıp dünyasında varlığını göstermiş ve ilk kadın cerrahımız çalışmaya başlamıştır.
4 Mayıs 1931'de ilk toplantısını yapan IV. TBMM tarafından 26 EKim 1932'de kabul edilen bir yasa ile Türk kadınına muhtar, köy ihtiyar kurulu üyeliğine seçilme ve seçme hakkı tanınmış; ertesi yıl da, 8 Ekim 1934'de kabul edilen ve 5 Aralık 1934'de yürürlüğe giren bir başka yasa ile de kadın-erkek eşitliği alanında bütün haklar, "Kadınlara Milletvekili Seçme ve Seçilme Hakkı" nın tanınmasıyla verilmiş oluyordu.
Atatürk'ün Kadın Hakları Konusundaki Görüşleri ve Gerçekleştirdikleri
Bugün, dünya aydınlarının ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın yaymaya çalıştığı kadın hakları ile ilgili görüşler, Atatürk tarafından çok önceleri dile getirilmiş ve çoğunlukla da uygulama alanına sokulmuştur.
Atatürk, Cumhuriyet'in ilanından dokuz ay önce Şubat 1923'de şöyle dedi: "Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun, bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organı işlemezse, o sosyal toplum felçlidir." Böyle demekle Atatürk, çağdaş bir düşünce ile kadının toplumdaki yerini belirlemiştir.
Atatürk'ün Türk kadınına beslediği sevgi ve saygı, Kurtuluş Savaşı'ndaki gözlemleri ile iyice perçinleşmiştir. 1923 yılında Konya'da yaptığı bir konuşmada, bu hissiyatını büyük bir içtenlikle dile getirir.
"Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim, diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakar, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim."
Atatürk 30 Mart 1923'de Vakit Gazetesi'nde yayınlanan bir beyanatında;
"İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir ki? bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki? bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?"
Türkler tarih boyunca, babaerkil denilen aile yapısını gönüllerine yerleştirememişler ve benimseyememişlerdir. İşte Atatürk, milletin geçmişindeki ve özünde var olan fakat özlem haline getirilmiş bir hakkı, bir duyguyu devlet varlığına geçiren devrimci olmuştur. "Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın" diyerek, yaptıklarının gerekçesini az, öz ve muhteşem bir ifade ile belirtmiştir.
Kadınların giysileri de Atatürk' ün üzerinde çok önemle durduğu bir başka konu olmuştur. Bu konuda Atatürk, 1 Eylül 1925'de İkdam Gazetesi'nde yayınlanan bir beyanatında şöyle dedi:
"Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başında bir bez, peştemal veya buna benzer birşeyler sararak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın manası neye delalet eder? Medeni bir millet anası, bir millet kızı için bu garip şekiller, bu vahşi vaziyet nedir? Bu hal milleti çok gülünç gösterir ve derhal düzeltilmesi lazımdır".
1925 yılında İnebolu gezisinde Atatürk, örtünen kadınlarla ilgili şunları söyledi:
"Onlar yüzlerini cihana göstersinler ve gözleri ile cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak hiçbir şey yoktur. Önemli olarak şunu ihtar edeyim ki, bu halin muhafazasında inat ve taassup, hepimizi en az kurbanlık koyun olmak istidadından kurtaramaz.."
31 Temmuz 1932'de Türkiye güzeli Keriman Halis'in, Belçika'da yapılan yarışmada dünya güzeli seçilmesi üzerine Atatürk O'na "Ece" ünvanını verir ve Türk kadınına şöyle seslenir:
"Şunu ilave edeyim ki! Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihten bildiğim için, Türk kızlarından birisinin dünya güzeli seçilmiş olmasını çok tabii buldum. Fakat Türk gençlerine bu münasebetle şunu hatırlatmayı da lüzumlu görürüm: Övünç duyduğumuz tabii güzelliğinizi fenni tarzda muhafaza etmesini biliniz ve bu yolda uyanık olunuz ve bu gelişmelerin aralıksız gerçekleşmesini ihmal etmeyiniz. Bununla beraber, asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, analarınızın ve atalarınızın oldukları gibi, yüksek kültürde ve yüksek faziletle dünya birinciliğini elde tutmaktır."
Atatürk, 18 Nisan 1935'de kendisinin himayesinde İstanbul'da toplanan ve aralarında ünlü nükleer fizikçi Madam Eve Curie'nin de bulunduğu, dünyanın dört bir yanından gelen kadınların katıldığı "Milletlerarası İlk Kadın Kongresi" delegelerine şöyle seslenir: "Türk kadınının dünya kadınlığına elini vererek, dünyanın barış ve güveni için çalışacağına emin olabilirsiniz."
Ulu önder, Türk kadınlarının hiçbir alanda erkeklerden ve Avrupalı kadınlardan geri kalmayacakları yolundaki inancını da şu sözleriyle belirtmiştir:
"Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip, donanmaktır. Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım."
Türk toplumunun gelişip yükselmesinde aile yapısının önemine inanan Atatürk, şöyle demektedir: "Bu millet esas terbiyesini aileden almaktadır. Türk milleti öyle analara sahiptir ki her bir devrin büyük adamlarını bu analar yetiştirmiştir. Türk kadını daha büyük nesiller yetiştirmeye kabiliyetlidir."
Türk kadını, yüzyıllardır özlemini çektiği haklarına sahip olmada; en azimli, inançlı ve güçlü desteği Atatürk'ten almış ve çağdaş ülke kadınlarının önüne geçmiştir. Örneğin; İtalya'da kadınlar ancak 1948 yılında seçimlere girebilmişler. Japon kadınları ise seçim haklarını ancak 1950 yılında alabilmiştir. Medeni Kanun'ları aldığımız İsviçre'de ise, kadınlar haklarını 1971 yılına kadar alamazken, çağdaşlamada örnek aldığımız İsveç ve Danimarka gibi ülkelerde de durum farklı değilken, Türk kadınına 1935 yılında seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Bu vesile ile bakın Atatürk nasıl seslenir:
"Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasi hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını, evdeki medeni mevkiini selahiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasi hayatla, Belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu selahiyet ve lihakatle kullancaktır."
Atatürk hayatta iken yapılan son seçim olan, 1935 yılı seçimlerinde ilk kez seçilme hakkını da kullanan Türk kadını, TBMM' ne onsekiz kadın milletvekili ile girmiştir. Bu onsekiz Türk kadının yüce meclisin çalışmalarına ne ölçüde katkıda bulundukları ve kararlarında ne denli etkili oldukları meclis tutanakları ile sabittir. Ayrıca kişisel tutumları da övünç vesilesi ve geleceğe olan inançları kuvvetlendirici mahiyette olmuştur.
Atatürk'ün, çağı ve değişeni değil, değişecek zamanı milletine göstermesi, kadın hakları ve kadın-erkek eşitliği konularında, "BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi", "İnsan Hakları Sözleşmesi" gibi konular, daha insanlık tarihinin ufkunda bile görünmemişken Türk Kadınına, haklarını vermesinin değeri daha iyi anlaşılır. Bağımsızlık mücadelesi yapan ülkeler nasıl Atatürk'ü örnek bir lider almışlarsa, kadın hakları uğruna uğraş ve savaş verenler de, onu bir devrimci olarak aynı şekilde örnek almak durumundadırlar. Çünkü bütün insanlık tarihi boyunca, tarihin hiçbir döneminde, hiçbir lider kadın hakları konusunda Atatürk kadar önsezili ve öngörüşlü olmamış, onun kadar uğraş ve savaş vermemiştir.
Ne mutlu bir Atatürk yetiştiren Türk kadınına, ne mutlu O'na sahip olan Türk milletine...
ARAMA yapıldı
kadın haber ve yorum
KADINLAR HAKLARINI DAHA FAZLA ARIYORLAR
İzmir Merkez Kuruluşu Tansaş Firması, 2 yıldan beri, aramızdan vakitsiz ayrılan İzmir Sanayi ve Ticaret Müdürü Sayın Erdinç Gönenç'in anısına, tüketiciler arasında bir yarışma düzenliyor. Birleşmiş Milletler tarafından "Dünya Tüketici Günü" ilan edilen, 15 Mart tarihinin merkez alındığı bu yarışmalardan ilki geçen yıl yalnızca İzmir ve yakın çevresini kapsıyordu.
15 Mart 2000 günü itibariyle düzenlenen ikinci yarışmada ise, bütün Türkiye kapsama alındı. Ve dün, Alsancak'ta Tansaş tarafından işletilmekte olan 1824 Restoran'da gerçekleştiren törenle "Bilinçli Tüketici Ödülleri" sahiplerini buldu.
Tansaş, her şirket gibi "en yüksek kâr" amacıyla kurulduğu halde, Batılı bir firma örneği vererek "Bilinçli Tüketim, Bilinçli Toplum" yaklaşımının yaygınlaşmasına hizmet etmeye çalışıyor.
Bilinçli Tüketici Ödülleri; uzun çaba ve takipçilik, yasal mücadele yollarının takip edilmesi, sunuş biçimi, alınan sonuç, bilinçli yaklaşım, haklılık gibi kriterlerin gözönüne alındığı değerlendirmede dereceye girenler titizlikle saptanmıştır. Birinci ve ikinci seçilen katılımcılar eşit miktarda oy almış olduklarından dolayı, sonuç kura ile belirlenmiştir.
Birincilik ödülünü Yüksel Ayverdi, ikincilik ödülünü Sema Iştın, üçüncülük ödülünü de Şenay Kocamangil alırken, Şehnaz Çini ve Asuman Şarlayan ise mansiyon ödülüne layık görülmüştür.
Şimdi lütfen sıkı tutunun!... Bazı adlar "hem kadın hem erkek için kullanıldığından, alt alta yazılınca anlaşılmıyor. Ama, törenin yapılacağı salona girdiğimde bir de ne göreyim.. Mansiyon kazananların da, ödül kazananların da hepsi "kadın" değil mi?
Gerçekten jüri üyeleri "tüm ödül kazananların kadın olduğunun" kendileri ile karşılaşıncaya kadar "farkına" varmamıştık!.
Öyleyse "bu tablo" neyi simgeliyordu?...
Büyük olasılıkla "hanımlarımızın daha dikkatli, titiz tüketici olduklarını, haklarını sonuna kadar izlemekte daha ısrarcı olduklarını ve olaylarını diğer tüketicilerinin dikkatine sunmak konusunda erkeklerden daha az tembel ve daha gayretli olduklarını"...
Bu vesile ile "tüketici hareketlerinin ivme kazanmasında" büyük katkıları olan "aile ekonomisinden sorumlu, bilinçli kadınlarımızı" bütün kalbimle kutluyorum. Tansaş Firması'na "tüketicilerine yaklaşımı ve kadirşinaslığı" nedeni ile bir kez daha teşekkür ediyorum.
Doğuda kız çocukları hala okula yollanmıyor. Bunun nedeni ise babalarının ve müstakbel kocalarının buna gerek olmadığını düşünmeleri. Kızların okumasına gerek yok ki, kız 13 yaşına gelince evlendirilir ve mesele hallolur. O artık çocuklarına bakmakla yükümlüdür sadece. Yetiştirmekle değil bakmakla, yetiştiremez çünkü kendisi cahildir. Ama bu durum değişiyor. Artık Kızlar babalarını kaymakama şikayet edebilecek. Batman'ın Kozluk ilçesine bağlı Alıçlı köyündeki 75 öğrenciye giyim ve kırtasiye yardımı yapan Kaymakam Hikmet Aydın, kız çocuklarına seslenerek, ‘‘Babanız sizi okula göndermiyorsa bize şikayet edin’’ dedi.
İlçe jandarma komutanlığıyla birlikte kampanya başlatan Kozluk Kaymakamlığı, Alıçlı köyünde yoksul ve yardıma muhtaç 75 öğrenciye giyim ve kırtasiye yardımı yaptı. Yardım dağıtımına katılan Kozluk Kaymakamı Hikmet Aydın, devletin her zaman düşkünün, yardıma muhtaç ve yoksulun yanında olduğunu belirtti. Kaymakam Aydın, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'ndan yoksullara yardımların süreceğini belirtirken, kız öğrencilerini de uyardı. Kırsal kesimde kız öğrencilerin okula gönderilmemesinden yakınan Aydın, ‘‘Köylerde kız çocukları mutlaka okula gitmeli, onlar da eğitim ve öğretimden nasibini alarak cahil kalmamalı. Kız öğrencilere sesleniyoruz; babanız sizi okula göndermiyorsa bize başvurun. Biz sizin eğitim ve öğretiminiz için her türlü girişimde bulunacağız’’ dedi.
SPOR ALETLERİ
Aşağıdaki açıklamayı Colombia Cornell New York Presbyterian Hastanesi Spor Rahatsızlıkları Bölümü doktorlarından Doç. Dr. Rosemarie Boehm yaptı. Ne desek boş, bakın uzman görüşüne: Dr. Boehm, 'Fitness' merkezlerindeki aletlere dikkat çekti. Bu spor aletlerinin erkeklere göre tasarlandığını ve kadınlar için çok ağır geldiğini belirten Boehm, şöyle konuştu: "Diz, diz kapağı ve kaslarda zorlanmaya bağlı sakatlanmaların nedeni bu aletler. Kadınlar spor sakatlanmalarına erkeklere göre daha yatkın. Aletli egzersizlerde, değişik boyutlardaki aletler kullanılmalı." (??!!!) Bugüne kadar bu durum neden açıklanmadı ya da neden kadınlara uygun aletler de yapılmadı acaba?
KADINLAR MİLLETVEKİLİNE E-MAIL YOLLUYOR
Dayak yiyen kadının e-mail ile şikayet etmesi yeni bir olgu. İNTERNET'te web sitesine sahip birkaç milletvekilinden biri olan DSP Amasya Milletvekili Gönül Saray Alpan, kendisine aile içi şiddetten yakınan ya da kaba davranışlar gören kadınlardan e-mail yoluyla çok sayıda mesaj veya yardım isteği geldiğini söyledi.
Alpan, e-mail yoluyla, kadınlardan çok sayıda mesaj aldığını anlattı, bu mesajların genellikle kaba davranış gören veya aile içi şiddete uğrayan kadınlardan geldiğini belirtti. Bu kadınların bazılarının kendisinden yardım istediklerini, ne yapmaları gerektiğini sorduklarını anlatan Alpan, şöyle devam etti:
"Onlara bu dönemde TBMM'de görüşülecek olan Medeni Yasa tasarını anlatıyorum. İnanmadığım konularda daha fazla bilgi ve belge istiyorum. Örneğin bir kadın kocası tarafından kurşunlandığını anlatıp, yardım istedi. Bu durumda savcılık raporu gibi bir kanıt arıyorum. Bakan Hasan Gemici'nin Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü'nde, sivil toplum örgütleriyle çalışan yöneticiler var. Onlara gönderiyorum."
ARAÇLAR VE ERKEKLİK SEMBOLÜ
Uzman doktor Hüsnü Uçar "Psikiyatri Yönünden Trafik Sorunları" adlı makalesinde, bazı erkeklerin araçlarını "ikinci erkeklik organı" olarak gördüklerini söyledi.
Trafik terörüne çok net açıklamalardan biri gelmiş bulunmaktadır.
Bu yaz bu topuklar 'in'
Bu yaz bu topuklar 'in'
Bu yaz demode olmak istemiyorsanız; önce kendinize bir dolgu topuk ayakkabı edinin. Şeker pembesi, fıstık yeşili, boncuk mavisi babetlerden bir çift almayı unutmayın. İnce topuklu, simli, incikli boncuklu modellere bakmayı da ihmal etmeyin
Tekstil markalarından sonra ayakkabı firmaları da sezona iddialı giriyor. Sezonun trendlerini ayakkabılara yansıtan tasarımcılar, bu yaz renkler konusunda çok da klasik davranmamış. Siyah, beyaz ve bejin dışına çıkıp fıstık yeşil, şeker pembesi, boncuk mavisi gibi renklerin ağırlıkta olduğu koleksiyonlar hazırlayan tasarımcılar, dore ve lameyi de sıkça kullanıyor. Bütün kış ayaklarda görmeye alıştığımız yuvarlak burunları yaza da taşıyan tasarımcılar, sivri burunlu modellerden şaşmayanları da unutmuyor. Onlar için alçak topuklu, sivri burunlu modeller tasarlıyor. Dolgu topuk ayakkabılar bu yaz altın çağını yaşıyor. Tasarımcılar yazı çağrıştıran desenlerle süsledikleri dolgu topukları adeta bir tablo gibi işliyor. Babetler de bu yaza damgasını vuruyor. Rengarenk babetlerin terlik şeklinde olanları da oldukça popüler olacağa benziyor. Günlük ayakkabılarda boncuklar, fiyoklar ve çiçek desenleri ön plana çıkıyor. Tasarımcılar yaz gecelerini de atlamıyor ve özel davetler için kurdeleler, inciler ve taşlarla süslenmiş ince topuklu şık modeller sunuyor.
Doğumda 30`lu Yaş Stresi Bitecek
Kadının iki yıllık doğurganlık şansını ölçen testle, 30`lu yaşlarda başlayan `Geç mi kaldım` korkusu sona eriyor.
Britanya`daki Sheffield Üniversitesi uzmanları, kadınların iki yıllık doğurganlık seviyesini ölçen bir test geliştirdi. Test için adetinin üçüncü günündeki kadından 3 ml kan örneği alınarak, doğurganlıkla ilgili üç hormonun oranları kontrol ediliyor. Daha sonra bu sonuçlar aynı yaşlardaki kadınların ortalama doğurganlık stokları ile karşılaştırılıyor ve doğurganlık şansı ortaya çıkıyor. Modern yaşam kadınların ilk çocuklarını doğurma yaşını 30`lu yaşlara doğru iterken testi geliştiren uzmanlar, elde edilen sonucun doğruluğu konusunda iddialı.
Britanya Kısırlık Ağı yöneticisi Clare Brown ise testi `çok yararlı` olarak nitelendirmekle birlikte çocuk sahibi olamamanın kadının doğurganlık düzeyinden farklı nedenleri de olabileceğini vurguladı. Bebek için en elverişli yaşların 20`ler olduğu konusunda hemfikir olan uzmanlar da "Daha erteledikçe hayal kırıklığı riski artar" diyor.
(Radikal)
Hamile Bayanlar;İki kişilik yemek yemeyin!
İki kişilik yemek yemeyin!
Uzmanlar, anne adaylarının çok fazla yemek yememesi gerektiğini söylüyor. Hamilelik süresince alınabilecek 9 ya da 12 kilonun da normal olduğu belirtiliyor
Beslenme ve Diyet Uzmanı Esra Kurtuluş, hem kendisi hem de bebeği için sağlıklı ve dengeli beslenmeye özen göstermesi gereken anne adaylarının kilo alımını kontrol altında tutmak için kalorisi azaltılmış ve bol lif içeren ürünleri tercih etmesi gerektiğini söyledi. İdeal kilosunun üzerinde olan anne adaylarının ilk 3 ayda beslenmesine dikkat etmesi gerektiğini belirten Beslenme ve Diyet Uzmanı Esra Kurtuluş, "Örneğin pilav, makarna, ekmek, börek ve tatlıyı azaltarak, fazla kilolarınızdan kurtulmaya çalışın. Ancak kesinlikle şok diyetlerden uzak durun. Hamilelik süresince toplam 9-12 kilo arasında almanız normaldir. İlk 3 ay kilo almamaya çalışın. Hamileyim diye iki kişilik yemek yemekten vazgeçin" dedi.
VİTAMİN VE MİNERALLER
Kurtuluş, hamileler için gerekli vitamin ve mineralleri ise şöyle sıraladı:
* A vitamini; bebeğin büyümesi, deri ve kaslarının oluşması için önemlidir. Ayrıca vücut direncinin artmasını sağlar.
* C vitamini; bağışıklık sistemini güçlendirmenin yanı sıra kas, kemik ve diğer dokuları bir arada tutmayı sağlayan bağ dokusunun oluşumuna yardımcı olur.
* D vitamini; kemik ve dişleri güçlendirir. Kalsiyumun vücutta kullanımını arttırır.
* K vitamini; özellikle hamileliğin son dönemlerinde çok önemlidir, kanın pıhtılaşmasını sağlar.
* E vitamini; bağışıklık sistemini güçlendirmenin yanı sıra saç, cilt ve üreme organlarının düzenli çalışmasını sağlar, yaşlanmayı geciktirir.
* B1 vitamini; sindirime yardımcı olur ve büyümeyi destekler.
* B2 vitamini; cilt, göz ve tırnak sağlığı için önemlidir. Ayrıca vücudun enerji üretmesine destek verir.
* B12 vitamini; vücutta proteinin kullanımına, DNA sentezi oluşumuna ve kanda oksijenin taşınmasına yardımcı olur. Sinirler için de gerekli olan vitaminlerden biridir.
* Kalsiyum; kemik ve dişlerin sağlıklı gelişimi için önemlidir. Ayrıca kanın pıhtılaşmasını ve demirin vücutta kullanılmasını sağlar.
* Fosfor; kemik ve diş oluşumunda önemli rolü vardır. Vücutta asit-baz dengesini sağlar.
* Demir; kırmızı kan hücrelerinin gelişimi için önemlidir. Büyümeye yardım eder, yorgunlukla baş etme ve hastalıklardan korunmada önemli rolü vardır.
* Magnezyum; sinir sisteminin ve kasların gevşemesini sağlayan mineraldir. Sakinleşmeye yardımcı olduğu için 'anti-stres minerali' olarak bilinir. Kandaki şekerin enerjiye dönüştürülmesinde önemli bir rol oynayan bu hayati mineral, vücudumuzun C vitamini, kalsiyum, fosfor, sodyum ve potasyumu daha etkin bir şekilde kullanabilmesi için gereklidir. Magnezyum, sağlıklı dişler ve sindirim sisteminin rahatlığı için de gereklidir.
Kilo ve selülitlerinizden yaz gelmeden kurtulun!
Kilo ve selülitlerinizden yaz gelmeden kurtulun!
Genetik ve yapısal nedenlerden dolayı belli bölgelerde daha fazla yağ birikmesi vücutta ‘bölgesel kilolar’ olarak kendini gösteriyor. Türk kadınının sıklıkla karşılaştığı sorun ise ‘orta tip alt taraf kiloları’ olarak isimlendirilen; basen ve üst bacakta yerleşen kilolar.
Bölgesel kilo ve selülit tedavisinde, etkinliği kanıtlanmış geleneksel tıp yöntemlerinden biri de ‘Mezoterapi’. Alan tedavisi anlamına gelen Mezoterapi, bugün başta Fransa olmak üzere birçok gelişmiş batı ülkesinde yaygın olarak kullanılıyor.
Memorial Hastanesi Medikal Estetik Bölüm Sorumlusu Dr. Seran Göçer mezoterapinin bölgesel kilo vermede nasıl uygulandığını anlattı. Temel hedefin; sorunlu bölgede küçük dozda ilaç enjeksiyonu yapılarak yağ hücrelerinin azaltılması olduğunu belirten Göçer, yöntem ile cilt altında biriken yağ hücrelerinin sıkıştırılarak sıvı atıkların vücuttan atılmasının sağlandığını söyledi.
Mezoterapi uygulanan bölgelerde, normal diyetle zayıflamanın iki katı hızla incelme sağlandığını belirten Dr.Seran Göçer şunları söyledi: “Mezoterapi ile dolaşım bozuklukları da tedavi edilmektedir. Dolaşımın düzelmesi ile lenfatik sistem canlanır ve cilt altında birikerek yağ hücrelerini sıkıştıran onların dolaşımlarını ve metabolizmalarını bozan birikmiş atık sıvıların vücuttan atılmasını sağlanır. Bu tedavide ayrıca toplar damarların duvarlarındaki gevşeme ve geçirgenlik artışı da düzeltilmektedir. Bunun sonucunda yeni selülit oluşumu önlenmektedir.”
Bacak, kol ve karın bölgesinde uygulanan mezoterapide, çok düşük dozda ilaç kullanıldığından yan etkiye rastlanmıyor. Özellikle karaciğer yetmezliği ya da mide rahatsızlığı nedeniyle normal dozlarda dahi ilaç kullanamayan hastalar için güvenli bir yöntem olarak uygulanabiliyor.
Uygulama özel mezoterapi tabancası ile yapılıyor ve seans süreleri 15-20 dk arasında değişiyor. 1 aylık sürede 1 ya da 2 beden incelme sağlanması hedefleniyor.
pantalon giymek gerçekten rahat mı
eteklerim dolabımda sadece yer işgal ediyor artık.........
çok uzun süredir pantolonum vazgeçilmez giysim.rahat olmak da en büyük savunmamdı. ancak son 1-2 senedir de bu böylemi acaba. giydiğim pantolonlarımdan açılan belimi kapatmak tüm gün boyunca bana rahatlık mı sağlıyor........
dünkü sabah gazetesinde okuduğum yazı bana acaba dedirtti. sizinle paylaşmak istedim
Bence çizme iğrenç!
Tayt, vatka, lame-dore eşofman, platformlu ayakkabılar... Biz kadınlar daha hangi büyük moda felaketleriyle karşı karşıya kalacağız Yarabbim? Hele annemin vatkalarını, tombiş teyzelerin füzo (topuk altından geçmeli tayt) giymiş koca popolarını hatırladıkça müsait bir yerde bayılasım geliyor valla. Şimdi de çıktı çıktı, jean'i çizmenin içine tıkıştırma modası çıktı. Amerika'da Kate Moss, Sienna Miller çöp kadın vücutlarına giydiler dar jean'i, çektiler üstüne çizmeleri; al sana moda, nereye dayarsan daya! Yurdumun hatunları anında hadiseye kaynadılar tabii.
'BEN ETEK GİYSEM!..'
Kızlar benden söylemesi, bu pantolonu çizmeye sıkıştırma hadisesi yüzde doksan fıslıyor, yakışmıyor! Hıncalım da meğer kadınların çizme giymesinden nefret edermiş. Çizme iğrençmiş çünkü, çizmeden çıkan ayağın leş gibi koktuğunu düşünüyormuş. Artıııı, çizmenin içinde olmasa da pantolondan tümden nefret ediyormuş. "Kadın kadın gibi, erkek erkek gibi giyinmeli. Ben etek giysem ne kadar komik olursa, kadınların da pantolon giymesinin o kadar komik olduğunu düşünüyorum. Ama kadınlar rahatlık uğruna bir takım şeylerden vazgeçiyorlar. Sonra kendilerini teselli etmek için o rahatlığı modaya çeviriyorlar" dedi. Ben "Eh rahat hareket edebilmek, oturmak kalkmak, arabadan rahat inebilmek, oranı buranı çekiştirmek zorunda kalmamak pantolon aşkımızda etkili tabii" deyince, Hıncal Uluç tam gaz devam etti: "Sonra o pantolonu n'apıyorsunuz? Popo altı yırtık, beli düşük, kıçınızın kıvrımlarını gösterir hale getiriyorsunuz. Ön taraf bir santim daha inse tüyleriniz görünecek. Bu nasıl rahat etmek anlamıyorum."
AYŞE&HINCAL
Dış görünüş takıntısı yanlış beslenme nedeni ...okuyun burayı gençlik
Dış görünüş takıntısı yanlış beslenme nedeni
Ergenlik dönemi, gençlerin yeni kimliklerini oluşturdukları, özgürlük ve kişiliklerine çok düşkün oldukları, kabul edilmek için yoğun bir çaba harcadıkları, farklı, sancılı, sorunlu bir süreçtir.
Ergenlik dönemine adım atan her çocuk, dış görünüşüyle eskisinden daha çok ilgilenir. Dış görünüşleri, burunları, kulakları, gözleri, kiloları, boyları onlar için şimdi daha önemlidir.
Araştırmalar, ergenlik dönemini yaşayan gençlerin dış görünüşlerinden memnun olmadıklarını gösteriyor. Özellikle kızların büyük bir kısmı kilolarından, vücut şekillerinden, en azından yüz profillerinden pek memnun değiller. Genç kızların üçte biri kendini ‘fazla yağlı’ buluyor. Yarıdan fazlası kilo verme çabasında, geriye kalanı da mevcut kilolarını koruma telaşında. Kendilerini olmaları gereken kiloda, bir başka deyişle ’doğru kiloda’ gören dört kızdan birinin hálá kilo vermeye çalışması düşündürücüdür. Kız çocukların sadece onda biri fazla kilolarından değil, yetersiz kiloda olmaktan, zayıflıktan yakınmaktadır. Erkek çocukların yüzde 15 kadarı kendilerini fazla kilolu görmektedir.
Kulaktan dolma bilgi
Ergenlik dönemini yaşayan gençler arasında en popüler kilo verme yöntemleri, yememe, öğün atlama ve egzersiz yapmadır. En akılcı kilo yönetimi olan doğru ve dengeli beslenmeyi düzenli, ılımlı egzersizle kombine etme alışkanlığına sahip genç ergenlerin sayısı çok azdır. Özellikle kız öğrenciler arasında kilo kontrolü amacıyla öğün atlama, aç kalma (oruç tutma), yediklerini kusma ya da bağırsak boşaltıcı laksatsifleri kullanma gibi yanlış alışkanlıklar hızla yayılıyor. Genç kızların sık sık zayıflama hapı kullandıklarını, sadece doktor tavsiyesi ile kullanılması ve mutlaka reçete ile satılması gereken bu ilaçları kulaktan dolma bilgilerle, çoğu zaman yanlış dozda kullanarak zayıflamaya çalıştıkları biliniyor. Gençlerin ve çocukların bilinçsizce kullandıkları bu riskli ilaçlar karaciğer, böbrek, dolaşım sistemi ve belleklerini bozabiliyor. Zayıflama haplarının diyet uzmanları tarafından da önerilmesi, eczanelerden reçetesiz olarak kolayca satın alınabilmesi gençlerimizi bekleyen önemli bir tehlike haline geliyor.
Moda ve medya
Sağlıklı bir vücut yapısına sahip ergenlerin bedenlerini farklı algılayıp vücut şekillerini değiştirmek için çaba içine girmeleri önemli bir sağlık tehdididir. Özellikle moda sektörünün ‘mümkün olduğu kadar ince bir beden’ dayatması, gençlerin algılamalarını ‘başarılı olmak’, ‘güzel ve hoş görünmek’ için mümkün olduğu kadar ince olma noktasına taşımaktadır. Bu yanlış algılamalar, yeme davranışı bozukluklarının gençler arasında hızla yayılmasının başlıca nedenleridir.
Sorun okulda
Çocuklarımız ve gençlerimizin nerede, ne zaman, hangi besinleri tercih ettiklerini ciddi bir şekilde araştırmanın zamanı gelmiştir. Fast-food restoranların okulların içinde ya da kapılarının tam karşısında konuşlanması (!), öğrenci kantinlerinin paramatiklerle sağlıksız yiyecekler sunan makinalarla dolup taşması, öğrencilere beslenme bilgisinden uzak bir eğitim programının ısrarla sunulması, okullardan jimnastik ve beden eğitimi derslerinin ise neredeyse tamamen kaldırılması, çocuklarımızı bekleyen önemli tehlikelerden özellikle şişmanlık sorunun başlıca hazırlayıcılarıdır.
En büyük tehlike fast food
Gençler ve çocuklarda düzensiz öğünler ve hatalı atıştırmalar hızla yayılıyor. Sabah ve öğle yemekleri en sık atlanılan öğünler haline geliyor.
Kızlar erkelerden daha fazla öğün atlama eğilimi gösteriyor.
Gençler için çok önemli olan ara öğünlerde sağlıklı ürünlerin yerini sağlıksız atıştırmalar alıyor.
Zararlı trans yağ asitleri, kalori yüklü, faydasız boş karbonhidratlar, yağla tıka basa dolu, tuzlu ya da şekerli cipsler, gofretler, bisküviler ile fast-food ürünlerin kullanımı hızla artıyor.
Şeker ve meyve aroması ile oluşturulmuş meşrubatların, gazlı kolalı içeceklerin, kafein yüklü ürünlerin tüketiminde tam bir patlama yaşanıyor.
Vitamin ve mineral fakiri, demir ve kalsiyum, folik asit, riboflavin , A ve C vitamin fakiri fast-food ürünler gençlerin sağlığını ciddi tehlike.
Bu ürünlerin toplam kalorilerinin yüzde 50’sinden fazlası yağlardan geliyor. Oysa sağlıklı bir genç ergenin en fazla yüzde 35 kadar yağ tüketmesi gerekiyor.
Kalori, karbonhidrat ve yağ bombası fast-food besinler gençler arasında kilo fazlalığı ve obezite sorununu bir salgın hastalık haline getiriyor.
Gençler ve çocuklar yazılı basın ve televizyon yoluyla müthiş bir reklam bombardımanı altındadır. Besin reklamlarının yarıdan fazlasını sağlıksız içecekler, fast-food yiyecekler ya da kalori bombası besinler oluşturuyor.
Ne yapmalı
Gençlere daha fazla sebze
Bugünün dengesiz ve yetersiz beslenen gençleri yarının sağlıksız yaşlılarıdır.
Çocukların ve gençlerin daha fazla meyve ve sebze tüketmeleri gerekmektedir.
Gelişme çağındaki çocukların hızlanan kas, kemik ve hormonal gelişimlerine bağlı olarak kalsiyum ihtiyaçları neredeyse iki katına çıkmaktadır. 11-25 yaş grubu arasında günlük kalsiyum ihtiyacı 1200-1500 mg kadardır.
Özellikle kız çocukların yetersiz kalsiyum tüketimi açısından daha fazla risk altında oldukları bilinmelidir.
Kız çocuklarının demir ihtiyaçları ve folik asit ihtiyaçları bakımından daha dikkatli bir beslenme planı uygulamaları gerekmektedir.
Ergenlik dönemi gençlerinin daha fazla çinkoya, magnezyuma C ve B grubu vitaminlerine ihtiyaç duydukları da unutulmamalıdır.
Vitamin ve mineral ihtiyaçlarının giderilmesi için besin desteklerini kullanmak yerine tüketilen besinlerin çeşitliliğinin arttırılması önerilmektedir.
Abur-cubur yerine sağlıklı besinler tüketmeleri için uyarılmalı, beslenmeleri keyifli bir hale getirilmelidir.
Evde yemek tüketmeleri, aile ile birlikte sofraya oturmaları, öğünleri mutlaka değerlendirmelerine özen gösterilmelidir.
Her ne olursa olsun gençlere aşırı bir kontrol duygusu yaşatılmamalı, aşırı yemek veya yememek ile suçlanmamalı, suçluluk duygusu oluşturulmamalıdır.
Protein tüketimleri izlenmeli, özellikle yeteri kadar hayvansal protein tüketmeleri sağlanmaktadır. Süt ve süt ürünleri, balık, yağsız kırmızı et ve kanatlı hayvanlar...
Kaynak : Hürriyet / Osman Müftüoğlu
Ailesiyle mi evlendiniz?
Not:Aman Kötü örnek olmayımda valla ben sadece taşıma yaptım alıntıdır )))
Ailesiyle mi evlendiniz?
Genelde evlenmeden evvel özellikle müstakbel kaynana gelinini yere göğe sığdıramaz.
Karşılıklı pek bir sevgi, sempati ve saygı yaşarlar. Görünüşte her şey yolundadır. Örf, adet ve usullere uygun davranılır; varsa bazı pürüzler pek göze batmaz; her iki tarafın da aileleri karşılıklı çok dikkatlidirler. Genelde, bilhassa gençlere önem verilir; aileler birbirlerini sevmeseler de katlanırlar; ne de olsa gençler esastır; onlar iyi ise mesele yoktur! Zamanla, hatta düğünden itibaren problemler başlar.
Verilen hediyeler; gelen altınlar; düğün masrafları; çağrılan misafirler; takılan takılar; alınan eşyalar, kim ne istedi ne aldı meseleleri. Derken düğün ertesi, varsa balayı, yalnız kalamamak, el öpme mecburiyetleri ve daha neler neler. Genç çift, daha başından, ben sen derdine düşen anne ve babalar için uğraşmaktan, mutluluklarını tam yaşayamazlar.
Baskılar artıyor
Zamanla tarafların da baskıları ile; geldin gittin; oturdun kalktın; surat astın, konuşmadın; şöyle dedi böyle dedi; neticede onlar da havaya girer ve taraf tutarlar. Bu sefer de 'senin annen', 'benim annem' tarzında ağız dalaşına başlarlar. Buradan itibaren muhtelif şekillerde anne, babaların evliliğe yaptıkları çeşitli etkilere bakalım.
Yeni evli genç kadın bu baskılara dayanamaz, baba evine dönmek ister ama ne mümkün! Ailesi hemen "Olmaz, sen artık bu evden çıktın; ayrılmak yok" der. Şimdi ne olacak? Ailesi adetlere göre hayır der; yeni ailesi bunaltır; kocası anlamaz; derken bir de çocuk gelir. Bu sefer zaten inleyen ilişkiler; hamilelik sıkıntıları, alınganlıkları; doğum ve loğusalık psikozları eşliğinde daha da berbatlaşır. Hele bazı yerlerdeki inanışlardaki gibi bu zor anlarda, kız tarafı değil de erkek tarafı aktifse, genç anne cidden kendini yapayalnız hisseder. Sonraki yıllar maalesef, çilekeş bir kadın; problemli bir evlilik; kaynana baskısı; bir sürü yavrucak şeklinde geçer. Terapiste gelindiği zaman, kişileri tanıma aşamasında; bize getirilen sorunlar hep bu günlere dayanır. Erkekler aile töreleri, adetleri icabı karşı gelemez; karısını koruyamaz, ya da cidden, gönülden kendisi de böyle düşünür. Ve eşini de itaate zorlar, baskı uygular. Veyahut annesine "aşıktır", onun her dediği mutlaka dinlenir; anneye inanır ve karısını dik başlı , inatçı, kıskanç, cahil bulur. Haydi, yine münakaşalar, küfürler ve belki de ev içi şiddet.
Diyelim ki bir de tersi olsun. Yani; karısını seven, onu haklı bulan ama ç****izce arada kalan bir erkek olsun. Bu sefer de ailesi ile karısı arasında mutsuz bir adam. Annesinden "karı köylü" "kılıbık", karısından da "pısırık" "salak" lafları duyan bir genç ne yapacaktır. Tabii ki huysuz, aksi veya biçare ama en önemlisi mutsuz olacaktır. Bu da yine evliliğe yansıyacak, iki tarafa da yaranamayacaktır. Çocukları varsa, babaanne annelerine, anneleri babaanneye küfrettikçe onlar da şaşkın ortada kalacaklardır; sessiz kalan babalarına olan saygıları azalacaktır. Tabii aynı şeyler kız tarafı için de düşünülebilir. Ancak çoğunlukla kızlarının saadeti için, anneler babalar damatlara kızsalar dahi, pek yüz göz olmamayı tercih ederler. Evini terk edip baba ocağına sığınan kızlarını, belki damada karşı, korumak ya da kavgalara müdahale etmek haricinde, hadiselere pek karışmak istemezler. 'Ne de olsa karı kocalar' der; ancak fiziksel bir hadisede, kadının erkek kardeşi, babası vs.; damadı döverek, söverek kovabilirler. Ancak ne yazık ki, gazetelerde gördüğümüz bir sürü trajediler de böyle başlamaktadır.
Biraz da tam tersi; aşırı seven, veren, koruyan, gözeten anne ve babaların evliliğe yaptığı etkilerden söz edelim. Eğer erkek tarafı ise böylesine veren taraf, genelde pek memnun kalınır. Ama karşılığında, özel hayatlarına müdahale ediliyor; şahsiyetlerini kaybediyor; her şeylerine karışılıyor; veya durmadan verilenler yüzlerine vuruluyorsa? İşte, size yine evlilik için problemler. Eğer kadın tarafı ise böylesine verici olan, hediyelere boğan, her an ellerinde bir şeylerle eve gelen, sürprizler yapan, alınan her şeyi onlara da aktaran. Bu sefer de erkekte problem başlar. "Niye veriyorlar, ben sana alamıyor muyum?" vs. tarzında bir sürü itiraz. Zavallı kadıncağız, devamlı veren anne babasına teşekkür mü etsin; yoksa kadirşinas olmayan bir evlat gibi hayır mı desin; ya da şımarık bir ifade ile hiç teşekkür etmesin mi, ne yapsın bilemez. Eğer vakitli vakitsiz eve damlayan anne baba, bir de onların kavgalarına rast gelip her şeye karışmaya veya ara bulmaya başlarsa, ayıkla pirincin taşını. Yeni evlilerin aralarını bulmayı, iç işlerine karışmak kabul eden genç adam, acısını karısından çıkarır. Arada kalan genç kadın, kocasını nadan bulur incinir, taraf tutar ve böylece "sizler" tabiri altında, ailesine yapılan bütün hakaretleri göğüsler.
Göz yummayın
Bu misaller uzarda uzar. Hatta, sonraki yıllarda bile, evliliklerde yankı bulur. O günlere dayanan hakaretler, her kavgada temcit pilavı gibi, ısıtılır ısıtılır konur. Bunlardan bıkan taraf uzaklaşmaya; başka sahalara göz atmaya; belki de yeni ufuklara açılmaya başlar. Evliliklerde, karı kocanın birbirini anlaması, yardım etmesi, arka çıkması ve aralarından kağıt bile geçmeyecek şekilde sımsıkı sarılmaları lazımdır. Öyle ki, bazen danışıklı dönüşüklü bir şekilde anne babaları idare etmeleri; her zaman birlikte olmaları; anne babalar önünde, onları tahrik edecek davranışlardan kaçınmaları (çok iç içe olmak, sarmaş dolaş gezmek), şahsiyetlerinden ödün vermeden sevgi ve saygılarını esirgememek gerektir.
İyi niyetin fazlası
Ne yazıktır ki, genelde küçüklerin büyüklerin suyuna gitmesini ve olgunluk göstermesini beklemekteyiz. Zamanında kendileri de aynı yollardan geçmiş olmalarına rağmen kaynanalık yapabilmekte ve eşlerini de kendilerine arka çıkmaya zorlamaktadırlar. Anne şefkati, anne sevgisi vs. derken "elin kızına", "geline" diş bileyip, kendilerinin önde gelmesini talep etmektedirler. Evli çiftlerin, anne ve babalarına değer vermekle birlikte, kendi evliliklerini daha ön plana almaları gerekir. Aralarında, ailelerinin sorunlarını konuşup, bunu birbirlerine aşkla yedirmeleri ve sindirmeleri esastır. Çok vahim durumlarda psikolojik yardım alıp, anne ve baba baskısında kurtulmayı deneyebilirler. Bu baskı, iyi niyetle, sevgi ve şefkatle bile yapılmış olsa; her ailenin kendi halinde kararları alabilmesi lazımdır. Yine de unutmayalım ki; evlilik zaten iki ayrı insanın birlikteliği olarak bile güç bir müessesedir. Buna birdenbire tanımadığınız "yabancı" anne babaları ekleyip, problemlerimizi arttırmayalım.