26 Mayıs 2007 Cumartesi

Bir kadın, bir erkek ve vicdanımız... (Ahmet Altan)

Ben, bir erkeğin kendisine emanet edilen kadın mahremiyetini hayatı pahasına koruması gerektiğine inanan kuşaktanım.

Bizim kuşak, cinayetten yargılanırken geceyi birlikte geçirdiği kadının adını vermemek için cinayet saatinde nerede olduğunu açıklamayan ve idama razı olan erkeklerin hikayelerini anlatan kitaplarla, filmlerle büyüdü.

Kadının mahremiyeti bizim için kutsaldır.

O mahremiyete ihanet eden bir erkekten daha aşağılık biri olamaz bizim kuşağın gözünde.

Bu ölçünün, bir toplumu sağlam tutan değerlerden biri olduğuna da inanırım.

Bir toplumda herşey olabilir, savaşlar, ayaklanmalar, kıyımlar yaşanabilir, bunlar atlatılır, tarih yaraları sarar, hayat kendi dengesini yeniden bulur ama erkekleri kadın mahremiyetine ihanet etmeye başlayan bir toplum bence ciddi bir çürüme işareti veriyor demektir. Kolay kolay iyileşmez.

Son yıllarda birlikte oldukları kadınların resimlerini ya da filmlerini çekip bunları yayan erkekler çoğalmaya başladı.

“Bir iki aşağılık adam” deyip geçebilirsiniz.

Ama bence öyle kolayından üstünden atlanıp geçilecek bir olay değil bu.

Temel soru şudur:

Bu adamlar, böylesine rezilce bir iş yaparken nasıl oluyor da toplumun tepkisinden çekinmiyorlar?

Aforoz edilmekten, ayıplanmaktan, isimlerini lekelemekten, ailelerini utandırmaktan korkmuyorlar?

Toplumun pek de sert bir tepki göstermeyeceğine güveniyorlar herhalde.

Bunda da haklılar.

Daha önce seviştikleri kadınların resimlerini, filmlerini yayınlayanlar ne oldu?

“Bu adamlar ahlaksızdır” damgası toplumun vicdanında bu insanların alnına vuruldu mu?

Sadece o adamların değil, o adamlara selam verenlerin bile bu ahlaksızlığı paylaştığı inancı kabul gördü mü?

Yoksa toplum, mahremiyeti ihanete uğramış kadınların resimlerini görebilmek için mi hareketlendi?

Mahremiyet hainini ortak hayatımızın dışına mı attık?

Yoksa suçuna ortak mı olduk?

Böyle insanları reddedecek bir reflekse sahip olmayan toplumların vicdanlarında bir zayıflık, ahlaklarında bir çürümüşlük başlamış demektir.

Ve, bence bir toplum için en tehlikeli şey böyle bir çürümedir.

Bir toplumu toplum yapan onun bayrağı, sınırı, toprağı değildir bence, onu toplum yapan ortak ve tartışılmaz vicdani ölçüleridir.

Bu ölçüler hukuk ve devlet tarafından korunmaz, bu ölçüleri koruyanlar o toplumun edebiyatı, yazısı, hikayesi, efsanesi, masalıdır.

Yazılı olmayan yasalarıdır.

Ne oldu bizim efsanelerimize, hikayelerimize, masallarımıza, yazılı olmayan yasalarımıza?

Neden kadınların mahremiyetine ihanet edenler bu kadar rahat davranabiliyorlar?

Niye iğrenti dolu bakışlarla karşılaşacaklarından çekinmiyorlar?

Bir değil, iki değil, üç değil...

Bu tuhaf erkeklerin sayısı artıyor.

Tam neresinden olduğunu bilmiyorum ama toplum bir yerinden çürüyor.

Çocuklarımıza yanlış masallar anlatıyoruz belki.

Belki ortak ölçülerimizi, vicdani değerlerimizi yeterince iyi öğretmiyoruz.

Belki de gizli bir çürüme, yaralarla kendini gösteren bir tür kanser gibi kendini bu adamların varlığıyla gösteriyor.

Bir kadının mahremiyetine ihanet eden her şeye ihanet edeceğine inanırım ben.

Böyle adamları arasında barındıran toplumların da çürüdüğünü düşünürüm.

Bu adamların varlığı beni korkutuyor.

Ortak vicdanımızı ve ölçülerimizi kayıp mı ettik diye endişeleniyorum.

Vicdanını ve ölçülerini kaybeden bir toplum herşeyini kaybeder çünkü.



Ahmet Altan

0 yorum: