31 Mayıs 2007 Perşembe

Yuva yıkan kadın yoktur, bitmiş evlilikler vardır

Tarih boyunca, herhalde üzerinde en çok konuşulan, tartışılan, yazılıp çizilen konuların başında geliyordur ‘aldatmak.’ Son olarak, sosyetedeki aldatma ve yuva yıkma haberleri manşetlerde. O çok tanınan ailenin, çok tanınmış, ama evli bir erkekle ilişkisi konuşuluyor şimdi.
Tabi ki kimsenin özel hayatına girmeyeceğim bu konuyu yazarken. Çünkü hep şunu söylerim, “Kimin duygusunun gerçek aşk olduğunu bilemeyiz.” Kimse bilemez. Sadece taraflar hisseder ve yaşar. Bu kadar.
Ama şimdi burada bir başka kavram ön plana çıkıyor. ‘Yuva yıkan kadın.’ Örnekleri ne kadar çok değil mi? Özellikle tanınmış kişilerin haberleri çıkınca, konu daha da bir hararetle tartışılıyor. Sanatçı, şarkıcı, türkücü, manken, işadamı, sosyetik güzel…

Oysa aşkın ve sevişmenin, sınıfsal değeri yoktur. İnsanlar öldüğünde ortadan kalkan bir değer gibi, bu tip duygular da, sınıfsız, tabakasız yaşanır. Kraliçe ile köylü kadının kalbi ve veya Karun kadar zengin bir işadamı ile bir kapıcının kalbi, sınıfsal değerle atmaz. Aşkın gücü ve etkisiyle atar. Bunun yaşanmasında belki sınıfsal farklılığın izleri olabilir. Yani biri aşkını rezidansta yaşar, diğeri fakirhanede. Ama sonuç aynıdır.
Her iki uç örnekte de benzer sonuçlar ve kavramlar ortaya çıkar. Bunlardan biri de ‘yuva yıkma’ kavramı. İtiraf etmeliyim ki, taraflardan en az biri için zor bir durumdur. Ancak şunu da belirtmek gerekir: ‘Yapılacak bir şey yok.”
Evet bu kadar basit. Aslında ortada suçlusu olmayan bir kabahat zinciridir. Kimse kimsenin yuvasını yıkmaz. Çünkü esen bir fırtınadır ve bu fırtına çatıyı götürür. Zaten başlarken hesap kitap yapılmaz ki; aşk bu. Eser.
Son zamanların en çok konuşulan olayında da, ‘aldatılan kadın’, yuvasının dağılmasından, şikayetçidir ve cümle aleme, kocasının aklını çeldiğini iddia ettiği kadını, ‘yuva yıkan kadın’ olarak isimlendirir. Erkek, inanılmaz baskılar ve eleştiri altındadır. İkinci kadın ise, suçlu, yuva yıkan kötü kadın.
Yani hemen her şey ‘yuva’ kavramının üzerinde döner. Zaten hata da buradadır. Çünkü o yuva kavramına çocuk-lar, mutluluk ve aşk da gizlenmiştir. Oysa biten aşka birlikte, yuva da bitmiştir, ama kimse bunu düşünmez, tartışmaz. Önce aşk bitmiştir de, diğer ilişki bundan dolayı mı başlamıştır, yoksa yeni ilişki yüzünden mi yuvada ki aşk sönmüştür? İşte bu sorunun da önemi yoktur. Burada önemli olan sonuçtur ve bu sonuca varılmasında suçlu da yoktur.
İster kader deyin, ister haytalık-hoyratlık-hovardalık deyin, hayat o noktaya gelmiştir kişi için. Sadece sözünü ettiğimiz sosyetik ilişkiler zinciri için böyle değildir bu. Her sosyal tabakada da böyle işler. Bir tek tepkiler değişir, o kadar. Yapılacak bir şey yoktur.
Suçlu mu? İnanın bana bunun suçlusu da yoktur. Çünkü iş bu noktaya gelmiştir ki, aşk önüne katıp sürüklemiştir insanı. Bir de şöyle düşünün, söz konusu kişiler evli olmasaydı ne olurdu? Yuva kavramını tartışır mıydık? Hayır.
Oysa arada bir fark yoktur, bir evlilik ile başka bir ilişkinin bitmesi arasında. Sadece bitmiştir. Acı verir, zarar verir, aldatılmak hazmedilmez ve insanı duvardan duvara çarpar. Ama böyledir.
Bu yüzden bu işin suçlusu yoktur. Çünkü aşk bir suç değildir. Nerede, nasıl ve ne şekilde yaşanırsa yaşansın. Ama çok üzer. Yıkar geçer. Ve hep beraat eder.


Mavi forum

0 yorum: